I Amsterdam
Bir önceki yazımda Amsterdam' ın müzelerinden bahsetmiştim, bu yazımda ise biz nereleri gezdik, ne yedik, yerel halk nerelere gidiyor onlardan bahsetmek istiyorum.
Otelimizin önünde (Hotel Neighbour' s Magnolia)
Otelimiz Vondelpark ve müzeler bölgesine çok yakın olduğu için bu bölgelerdeki yapıları da inceleme şansım oldu. Genelde daha zenginlerin yaşadığı bu bölgede doku çoğunlukla 1800 lerden kalma, çift cepheli (ön ve arka) yüksek pencereli, yüksek tavanlı sıra evlerden oluşuyor. Ortasından tramvay geçen caddeleriyle oldukça huzurlu bir bölge.
Hotel Neighbour' s Magnolia küçük, butik bir otel. Oldukça sade, lüks değil ama rahat. Merdivenleri çok dik, odamız en üst katta olduğundan her iniş-çıkış bir olaydı. Kahvaltısı fena değildi, otelin standartlarının üzerinde bile denebilir.
Vondelpark
Otelin bulunduğu caddenin hemen üst tarafından Vondelpark' a giriliyor. Biz merkeze giderken genelde bu parkın içinden geçtik. Günün her saatinde koşan, bisiklete binen veya çimlere oturup sandviçlerini yiyen insanlar görmek mümkün.
- 1. gün bisikletimi kiralayıp tek başıma keşfe çıktığımda birkaç mağaza da bakmak istediğimden Kalverstraat ve Damrak tarafına gittim. Damrak' ta Forever21 ve Primark mağazaları alışveriş yapmak isteyenler için bakılabilecek yerlerden. Yine aynı bölgedeki Hema her şey satan biraz Ikea' ya benzettiğim büyük bir mağaza. Tabak-çanaktan deftere, yastıktan yüne kadar her şey var. Geri kalanlar pek ilgi çekici gelmedi bana.
Bu bölge çok turistik olduğu için her yer çok kalabalık (McDonalds ve Starbucks ağzına kadar doluydu) ve açıkçası oturup da bir şeyler yiyebileceğiniz pek güzel bir yer yok. Ben de bir banka oturup meşhur sokak lezzeti Vlaamse Frites patates kızartması yedim. Tabii ki abartıldığı kadar yok, mayonezleri çok ağır.
Ara sokaklarda bisiklet kullanmak oldukça zor, zaten dükkanların olduğu sokaklarda pek de kullanan yok. Ben de herkes gibi bisikleti bir yere parkedip yürüyerek gezdim.
Dönüşte başka yollara sapıp yol üzerinde bir organik market buldum. Oradan patlamış kinoa ve hindistan cevizi kurusu aldım.
Aynı günün akşamında et yemek için Cannibale Royale' e gittik. Genelde rezervasyon yaptırılıyor, ama erken gittiğimiz için yer bulabildik. Etleri oldukça güzeldi, yalnız yan ürünler için ekstra ücret alıyorlar. Mac'n cheese ve çıtır brokoli gayet iyiydi.
Yemekten çıkışta Red Light District tarafını gezdik. Oldukça ilginçti..
- 2. gün kahvaltıyı otelde yapıp müzeleri gezmeye gittik. (ilk yazıma bakabilirsiniz) Biraz gezindikten karnımız acıktı ve öğle yemeği için Prinsengracht' taki Ellis' e gittik. Burası burgerleriyle ünlü bir yer (tripadvisor dan bulmuştuk) Burgeri çok güzeldi ama burada da yan ürün ekstra.
Yine bisikletlerimizle gezerek bu sefer De Pijp (de payp diye okunuyor) bölgesine gittik. Burası Amsterdam'ın Nişantaşı' sı denilebilecek bir yer. Pek turist yok, çok güzel kafeler var. Biz de sanırım şansa en güzelini bulduk : Coffee&coconuts :
İnanılmaz büyük ve dekorasyonuna bayıldığım bir yerdi burası. Garsonları çok kibar, kahveleri (özellikle benim içtiğim coconut coffee-hindistan cevizi sütlü soğuk kahve) güzel, ortam ve müzikler çok hoştu.
Bu bölgede dikiş dergileri olan bir de kitapçı buldum ki benden mutlusu yoktu :))
Otele dönmeden önce kapanışına yetiştiğimiz Albert Cyup Markt' a gittik. Burası pazartesiden cumartesiye her gün kurulan bir pazar. Saat 17:00 de kapanıyor. Buradan magnet ve kuşkonmaz aldım. Giysi tarafı baya kötüydü bence, ama sebze-meyve tarafı çok güzeldi.
Otele dönüş yolundaki Amsterdam' ın bir numaralı marketi Albert Heijn' a da girdik. Peynirler çok güzeldi, son gün alırız deyip bıraktım. (son gün de almadık) Moka pot için hazır çekilmiş kahve ve yine bir dikiş dergisi (Knipmode) aldım.
Otele dönüp biraz dinlendikten sonra tekrar dışarı çıktık. Bu sefer Amsterdam' da yaşayan arkadaşlarımızla buluşup Hint yemeği yedik. Sonrasında onların evine gidip oturduk. Gece de sağanak yağış altında yine bisikletle otele döndük.
- 3. ve son gün yine kahvaltımızı otelde yaptık. Sonrasında Rembrant evine girdim, grubun geri kalanı istemedi :)
Waterlooplein denilen bit pazarına uğradık, bana çok ilginç gelmedi ama teneke kutular ve seramik dolap kulpları alınabilecek şeylerdi.
Öğle yemeği için Spui' deki Sea Food Bar' a gittik. Klasik balık menüleri dışında kral yengeç ve ıstakoz gibi lezzetleri sevenler için çok güzel bir yer.
Tatlı için elmalı turtasıyla meşhur Winkel' e gittik ama oturacak yer yoktu ve beklemek de istemedik o sırada, oradan da çıkıp kocaman bir daire çizip yine Spui' deki De Koffie Salon' da birer kahve içip soluklandık.
Saat 17:30 gibi otele geri dönüp çantalarımızı aldık ve dönüş yolu için havaalanına gittik. Biz uber kullandık taksi için, normal taksilerden oldukça ucuza geldi. Avrupa' nın pek çok kentinde olduğu gibi burada da çoğu taksi şoförü ya Türk ya Fas' lı.
Bir daha gitme imkanım olursa -iki gün süren fena kas ağrılarıma rağmen- yine bisikletle gezmeyi tercih ederim. Anne Frank evi gezisi ve kanal turu yapamadığım aktivitelerden oldu. Amsterdam dışındaki köyleri gezmek de bir dahaki sefere kaldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız için teşekkür ederim.
Blogumda durmasını istemediğim eleştiriyi aşan yorumları onaylamıyorum.
lacheenorg@gmail.com adresinden bana ulaşabilirsiniz.